Hayatımız hep bu x'leri bulmakla geçti. İşte size bir tane daha. İçimizdeki neyden bahsediyor olabilirim? Ve o kişi kim olabilir ki? Bahsetmek istediğim de tam olarak bu aslında. Belirsiz bir kişi. Hem her yerde olan, ama tam olarak şu kişi diye parmakla gösteremediğin biri. Klasik ifadesiyle "şahs-ı manevi".
Şahs-ı manevi kavramı farklı yerlerde zaten işleniyor fakat ben burada daha farklı bir açıdan konuyu sunmak istiyorum. Bu açı, ahirzaman açısı. Yani, beyazların siyahlara karıştığı, grilerin her tarafı sardığı, hadislerde anlatıldığı kadarıyla pek çok kişinin (maddi-manevi) muhtelif fitnelere kurban gideceği bir dönem. Bunlar öyle fitneler ki, onlar karşısında hakkı savunmak için ayağa kalkmak bile fitneyi daha da körüklemeye yarayacağı için en temizi, bir köşeye çekilmek.
Buna benzer bir ortamın oluştuğu algısı, 19. yy sonlarındaki alimlere her şeyden el çektirmişti. O devirlerde ayakta kalan ve okumuş kesimleri de içerecek şekilde geniş çapta etkili olan tek girişim, iman hizmeti girişimi olmuştu. Her ne kadar bu hizmeti başlatan kişi Said Nursi olsa da kendisi hayatının sonuna kadar şahsını öne çıkartmaktan çekindi. Fotoğrafının çekilmesine, sesinin kaydedilmesine bile karşı çıktı. Pek çok kere onu ziyaret etmek isteyenlere olumsuz cevap verip bunun yerine yazdığı eserleri okuyarak iman hakikatlerini öğrenmelerini tavsiye etti. "Zaman bireyler zamanı değil, şahs-ı manevi zamanı" diyordu ve iman hizmetine adanmış inananların birlikteliğinden oluşan bir şahs-ı maneviyi öne çıkarmayı yeğliyordu. Bu hadiselerin detaylarına inmek değil gayem. Fakat bizim için, hadislerde de belirtilen önemli bir noktaya örnek teşkil ettiği için hatırlanmasında fayda olan bir tutum.
Hadislerde belirtilen önemli konu ne, pekiyi? Okuyalım: "Ümmetimden bir cemaat hak üzere zâhir (dâim) olarak kıyâmete kadar cihad etmekte devam edecektir. Sonra Meryem'in oğlu Îsâ inecek ve Müslümanların emîri ona “Gel bize namaz kıldır” diyecek. O da 'Hayır, Allâh-u Te'âlâ'nın bu ümmete bir ikrâmı olmak üzere sizler birbirinize emirsiniz' buyuracaktır. (Müslim, İman:71, no:156, 1/137, Ahmed ibn-i Hanbel, el-Müsned, no:14726, 5/113)"
Ahirzamanda Hz İsa geldiği zaman müminleri namaz başında buluyor ve aralarında imamlıkla ve/veya başka özellikleriyle sivrilmiş, herkesin onun gözüne baktığı birisi yok. Çok anormal değil mi? Bunun yerine, "birbirinize emirsiniz" şeklinde ifadesini bulan bir belirsizlik var. Fakat bu belirsizlik, bir boşvermişlik, ortada kalmışlık da değil. Öyle bir durum ki herkes, imam olma konumunda; dolayısıyla, herhangi birinin o vazifeyi eda etmesi yeterli. Bu noktada klasik olarak "enaniyetini öne çıkarıp ben-ben dememe" yönüne vurgu yapılır genelde. Fakat buna ek olarak, umuma yayılmış bir vazife şuuru söz konusudur: herkes imamdır! Bu ne demek olabilir?
Eğer imamlığı bir makam, bir ferd veya sadece namaz kıldıran kişi olarak değil de bir fonksiyon, bir misyon olarak ele alırsanız, herkesin imamlığa terettüb eden vazifeleri yapması pekâlâ mümkün olabilir. Örneğin imamın bir vazifesi hakkı ve hayrı anlatmaktır. O zaman, inananların hepsinin, birbirine hayırhah olması, birbirine hakkı ve sabrı tavsiye etmesi (Asr 3) buradan anlaşılabilir. Yine imamın vazifesi, önderliktir. İnsanların yapmaktan çekindiği ama hakk adına yapılması gereken bir iş varsa, ilk adımı atıp örnek olmaktır (Enam 161-165). Bu da yine, toplumdaki tek bir kişi yerine toplumun umumu tarafından üstlenilebilecek bir iştir. Yine imamın vazifesi, tek başına bile olsa, hakkı anlatma ve yaşamada müstakim olmasıdır (Kafirun 1-6). Bu da yine her bir birey tarafından üstlenilebilecek bir fonksiyondur. İşte Kuran'daki ayette ve Hz Mesih'in gelişi ile ilgili hadiste anlatılan hâl budur (Allahu a'lem). Tabi ki bu fonksiyonları belirli bir bireye yıkmadan umumen yüklenecek toplumun, "başımıza biri geçse de işlerimiz düzelse" diyen bir toplum olmadığı da aşikardır.
Şimdi başa dönersek, içimizden bir x ne olabilir? Bir düşünür olabilir; bir lider olabilir; bir bilim adamı olabilir; bir girişimci olabilir; bir sanatkar olabilir vs. vs. vs. Sorun şu ki, daha düne kadar beraber sohbet ettiğiniz ve görüşlerine bin türlü itirazlar getirdiğiniz kişinin fikirleri, bir-iki yıl sonra umum tarafından kabul görürse ve doğru olarak nitelenirse, siz "ben onun ne günlerini biliyorum" deyip kibir yaparsanız ya da herkese katılıp "o, benim arkadaşım; biz çok yakınız, ondan ben de çok istifade ettim" deyip tek adamcılık oyununa soyunursanız, yukarıda anlatılan çizgiden uzaklaşıyorsunuz demektir. Çünkü, ideal olan, hakkı "filanca dile getirdiği için" değil, kim dile getirirse getirsin "hakk olduğu için" kabul etmektir. Hem tek adamlaştırdığınız dostunuza siz de hayırhah olmayacaksanız kim olacak?
Yaşlı dünyamızın soluklarının homurtulara dönüştüğü şu günlerde, biraz olsun nefes almamız, hem şahsi dünyamızda hem de çevremize karşı bu çizgide hareket etmemize bağlı diye düşünüyorum. Yoksa, aynı hatalar çemberinde tekrar tekrar dolanacağız gibi gözüküyor.