Ne var ki, imana yönelik sorulara rasyonel cevaplar verilmesi, insanların iman dairesine girmesini gerektirmiyor. Çünkü insanlar, rasyonel oldukları kadar irrasyonel varlıklardır. Dünyaya yönelik heves veya sosyal koşullar vb. nedeniyle, doğru olduğunu bilseler bile insanlar aklın gereğini yerine getirmeyebilirler. Bırakın imanı, sağlık hususunda bile durum böyleyken, gözümüzle görmediğimiz hususlarda niye olmasın ki?
Hevesler ve sosyal koşullara ek olarak bir de akılla beraber gelen gücün neden olabildiği kibir hastalığı vardır. İnsanlar, aklî olarak sordukları soruları bir kibir savaşına dönüştürebilmektedirler. Böyle olunca da, eğer istedikleri cevaplar gelmezse, iman dünyasını "dogma yığını, çöl kanunu, esaret" gibi kelimelerle yaftalayabilmekte, veya, kendisine rasyonel cevap verilse bile onu kabullenmemek için "kaz çevirme" işlemlerine obsesif kompalsif bir dalış sergileyebilmektedir.
İnsanın aklî kibre yakalanmaması için veya aklını kullanarak yanlışa saplanmaması için önemli bir bilgi şudur: insan aklının ürettiği her soru veya önerme, rasyonel olmayabilir. Yani, aklın ürettiği her şey, aklî değildir. Diğer bir ifadeyle, deli olmasanız bile aklınız, doğru basamakları sıralayarak yanlış sonuç bulabilir. Örnek mi?
1=1
1x1=1x1
1x1-1x1=1x1-1x1
(1+1)(1-1)=1(1-1)
(1+1)=1
2=1
Alın aynı kaynaktan (Matematiksel Yanılgı) bir başka doğru (!):
Bir başkası da bu (fallacies in mathematics by E.A. Maxwell)
x=0
x(x-1)=0
x-1=0
x=1
1=0
Aynı eserde yazar, bütün üçgenlerin ikizkenar olduğunun veya bütün üçgenlerin diküçgen olduğunun da ispatını da koymuş. Bunlar, kandırmaca değil. E, peki kandırmaca değilse ne?
Kısaca, sistematik mantıksal çıkarımlardan oluşan matematiğin de bazı kuralları ve o kuralların sınırları var. Daha somut konuşmak gerekirse, bölme işlemi, sıfır sayısında tanımlı değil. Veya iki sayının çarpımının kökünün, o sayıların ayrı ayrı köklerinin çarpımına eşit olması, sadece reel sayılarda tanımlı. Dolayısıyla, her ne kadar mantıklı görünse de, yukarıdaki çıkarımlar, yanlış. Mantıklı ama yanlış!
Bu şu demek oluyor. Akıllı olmanın gereği, akıl makinesini nerede çalıştıracağını ve nerede durduracağını bilmektir. Yani aklın edebini takınmaktır. Bu, soru sormamak manasına gelmez. Sadece, aklımızın, kibirlenecek derecede herşeye gücü yetmediğini kabullenmesi demek.
Şimdi buraya kadar konuştuklarımızı, Allah'ın zatına yönelik sorular kapsamında uygulamaya sokalım. Aşağıdaki tarzda soruları duymuşsunuzdur:
- Allah kaldıramayacağı taşı yaratabilir mi?
- Allah evreni yaratmadan önce ne yapıyordu?
Bir de bunlar gibi olmayan, daha masum sorular var:
- Allah'ın ihtiyacı yok ama, istese yemek yiyebilir mi?
- Allah her yerde ama istese tek bir yerde olabilir mi?
- Allah kendini yok edebilir mi?
Her ne kadar farklı gözükseler de, bu sorular aslında birbirinin aynısı. Neden mi? Nasıl ki herhangi bir sayının diğer bir sayıya eşitliği yukarıdaki gibi ispatlanabiliyor (!), ve bu sonsuz sayıdaki ispatlamalar aslında tek bir temel yanılgıya indirgenebiliyor (sıfıra bölünme), aynı şekilde, Allah'ın CC zatı hakkındaki bu ve daha başka sorular da birbirlerine denktir, çünkü hepsi tek bir yanılgıya indirgenebilir. Bunu göstermek için, kocaman bir HAŞA parantezinde aşağıdaki masalı dikkatlerinize sunuyorum.
Örneğin Allah'ın kaldıramayacağı taş sorusundan başlayalım. Bilindiği üzere kaldırmak için bir şeyin ağırlığı olması lazım. Ağırlık kavramı da, iki kütlenin (dünya ve diğer obje) birbirini çekmesi ile ortaya çıkar. Uzaya gittiğinizde, ağırlık sıfıra iner. Ağırlık sıfıra inince de, siz bile herhangi bir objeyi "kaldırabilirsiniz". Eğer Allah'ın kaldıramayacağı taşla ilgili düşünmeye başlarsak, otomatik olarak Allah'ın yerçekimine tabi olduğu ve dolayısıyla da O'nun bir kütleye sahip olduğunu kabul etmiş oluruz. Bu durumda da, haşa, "Allah kaç kilo" gibi başka bir soru ortaya çıkar. E, kütlesi varsa hangi maddeden yapıldığını da sırası gelmişken sormak lazım, değil mi! Ama durun durun. Kütleye sahip varlıklar ışık hızına çıkamaz. O zaman ışık Allah'tan hızlı mı? Eğer öyleyse, Allah kendinden hızlı bir şeyi yaratmış oluyor?!?!?! Ya bi saniye; Allah'ın hızı varsa, verilen t1 ve t2 zamanlarındaki konumunu kullanarak O'nun hızı hesaplanabilir. Ama o zaman da Allah her yerde olmamış oluyor; bir anda sadece bir yerde olmuş oluyor!?!? Bir de kara delikler var tabi! Işık bile kara delikten kaçamıyorsa, ve Allah da ışıktan yavaşsa, Allah'ın da kara delikten kaçamaması lazım. O zaman Allah, kendinden güçlü bir varlık yaratmış oluyor!?!?!?!? Hem eğer Allah'ın kütlesi sonsuz ise, onu yutan kara deliğin kütlesi de sonsuza çıkar ve bütün evreni yutar; böyle bir durum olmadığına göre, Allah'ın kütlesi sonsuz değil. Neden sonlu?
Bu masalı uzatabilirsiniz. Fakat sonuç değişmiyor. Bu sorulardan herhangi birisi, otomatik olarak diğerlerine bağlanıyor. Yani "mantıklı" düşünürseniz, bu mantık silsilesi sizi saçmalatıyor. Bundan kurtulmak için, inandığınız ilahın nasıl bir tanrı olduğunu baştan bilmeniz gerekiyor. Eğer O, bütün sıfatları sonsuz olan bir varlıksa, bizim O'nun zâtı (kendisi) hakkında üreteceğimiz sorular ve önermeler, sıfıra bölme yanılgısına denk oluyor; yani yanlış. Bunun nedeni, O'nun, bizim kavramlarımızla açıklanamayacak olmasındandır. Bununla beraber Allah CC, Kendisini tanımamız ve ona yönelmemiz için bize Kendisi hakkında aklî tarifler bildirmiştir. Bu tarifler, muhatabın, yani bizim, anlayış dünyamıza göre yapılmıştır.
"Görme hassaları onu idrak edemez. Ve O, görme hassalarını idrak eder. Ve O, lâtiftir, herşeyden haberdardır." (Enam 103)
Bu noktada yine matematikteki bir teorinin yardımıyla kendi kendimize bir uzaktan bakış çekelim. Gödel'in incompleteness ve inconsistency (eksiklik ve tutarsızlık) teoremine göre, verilen bir sistem aynı anda hem compelete hem de consistent olamıyor. Yani eğer her şeyi açıklayabilen (completeness) bir sistem ortaya koyarsanız, bu sistem, kendi içinde tenakuza düşecektir (inconsistency). Yani aynı şey hakkında iki veya daha fazla öngörü ortaya çıkacaktır. Allah, herşeyi yaratan olduğu için (completeness), O'nu anlamaya yönelik, yani O'nun zatına yönelik, soru ve açıklamalar, kendi içinde zıtlık (incosistency) ortaya koyacaktır; yukarıda gördüğümüz gibi. Allah aynı anda hem sonsuz hem sonlu olmaz. Bu O'nun acziyeti değil, bizim sonlu aklımızın sonsuzluğa bölümünden kaynaklanan bir "fatal error"dur. Öte yandan, eğer Allah hakkındaki her şeyi tenakuza düşmeden (consistency) açıklayabiliyor olsaydık, yine aynı matematiksel teoreme göre, böyle bir Allah, her şeyi yaratan ve sonsuz sıfatları olan biri olamazdı (incompleteness).
Peki madem böyle, neden Allah hakkındaki sorularımız sürekli devam ediyor? Bunun altında, insan Allah'ı bulsun diye içine konmuş hisler yatar. Bu hisler, Allah'ı arar, ona aidiyet geliştirmek ister. Fakat aidiyet geliştirmek için kendimiz gibi bir varlık isteriz. Bundan dolayı da O'nu, kendi dünyamızda şekillenen sorular ve düşüncelerle algılamaya çalışırız. Fakat aslında o nokta, anlamaya çalışmayı bırakıp beraberliğin tadını çıkarmamız gereken noktadır.
No comments:
Post a Comment