"Evet, izzet ve azamet ister ki, esbab perdedar-ı dest-i kudret ola aklın nazarında. Tevhid ve celâl ister ki, esbab ellerini çeksinler tesir-i hakikîden." (Lemalar, Said Nursi)
Koruma kelimesi, aslında iki farklı manayı içermekte. İngilizce'de conservation ve protection şeklinde ifade edilen bu manalara kısaca bakalım. Conservation, enerjinin korunumu kavramında geçtiği üzere, var olan bir şeyin olduğu gibi devam etmesi manasına gelir. Protection ise bir şeyi, onu yok edecek tehditlerden uzak tutmak manasına kullanılır; çevre koruma kavramında olduğu üzere. Şimdi bu nüanslar üzerinden, sebepler perdesinin korunmasıyla ilgili iki farklı edebi inceleyelim.
Öncelikle sebepler perdesi ne demektir? Yediğimiz yemeği düşünelim. Bunu bize kim veriyor? Doğa mı Allah mı? Evet Allah veriyor ama O'nu göremediğimiz için, ve belki bir açıdan da görmememiz için, önümüzde doğa var. İşte bu noktada bizimle Allah arasında, yemeklerimizin "varlık sebebi" görüntüsü taşıyan doğa, bir perde oluyor; sebepler perdesinden bir perde. Akıl ve kalp gözüyle Allah'ı bilen bir insan için bu perde, sinema perdesi gibi, Allah'ın isimlerinin tecellilerinin görnmesi ve böylece Allah'ın tanınması için önemli bir görevi görüyor (Yirmibeşinci Söz).
İnsan gözünün göremediği pek çok şey var, ve Allah'ı göremiyor olmamızı anlayabiliriz. Ama neden görmememiz gerekiyor? Bunun hemen iki nedeni sıralanabilir. Birincisi, imtihan sırrının kaybolmaması (Yirmidördüncü Söz). Yani, eğer herkes Allah'ı görse, o zaman bu dünya hayatı imtihan olmaktan çıkardı. İkinci olarak, insan aklının görüşü zaman ve mekanla sınırlı olduğu için ve bazen de benmerkezlilikten kurtulamadığı için bir takım tabiat hadiseleri ve hayatın içindeki bazı olayları, ilk bakışta çirkin görebilir. Her ne kadar uzun vadede onların arkasındaki hikmet ve güzellikler ortaya çıkacak olsa da, o ana kadar oluşacak şikayetlere hedef olacak ve insanları, Allah'ın yaratmasını eleştirir hale düşmekten kurtaracak bir perdeye ihtiyaç vardır (Meyve Risalesi). Dolayısıyla, bir sel felaketinde oluşan zararlardan şikayet eden insanlar karşılarında, değişen iklimi ve bu değişimi farkettikleri halde önlem almayan kendilerini, doğal olarak sulak alan olan yerlerde burunlarının dikine giderek ev yapmalarını, şehir altyapısı düzenlemelerini ihlal eden yetkilileri, vs. göreceklerdir.
Modern bilim çevrelerinde, "God of the gaps" diye bir tabir vardır. Bu görüşe göre, tanrının varlığının bilimsel olarak ispatlanması için, sebepler zincirinde bilimle açıklayamadığımız bazı boşluklar tespit etmemiz gerekiyor ki, onları tanrının yaptığını düşünebilelim. Fakat bu söylemin kökünde ciddi sorunlar vardır. Öncelikle, bilimsel olarak incelenebilen şeyleri Allah'ın irade ve yaratması haricinde kabul ederek daha baştan, insan iradesini ve evreni Allah'a denk tutmaktadır. Yani, kerameti kendinden menkul evliya konumuna düşmektedirler. İkinci olarak, Kuran'da, bu söylemin boşa çıkacağı açıkça belirtilmektedir; yani bir boşluk bulunamayacağı:
"Yine O, yedi kat göğü birbiriyle tam bir uyum içinde yarattı. Rahmân’ın yaratmasında bir boşluk, bir düzensizlik görmezsin. Çevir gözünü bir bak, bir kusur, bir çatlaklık görür müsün? Sonra tekrar tekrar gözünü çevir de bak; gözün sana, (Allah’ın yaratmasının ihtişamı karşısında) hakir olarak (O’nun yaratmasında hiçbir kusur bulamamanın ezikliği ve bitkinliği içinde) geri dönecektir." (Mülk 3-4)Şimdi, buraya kadar anlatılanları düşünürsek, sebepler perdesini koyanın bizzat Allah olduğu ve onun kaldırılmasının da doğru olmadığı ortaya çıkıyor. Bununla beraber, x ışınlarının nüfuz kabiliyetinin katı perdelerden etkilenmediği gibi, sebepler perdesinden etkilenmeyecek akıl ve kalp gözleri ile Allah'ı görmek gerektiği anlaşılıyor.
O zaman sebepler perdesini korumakla ilgili iki hassasiyet, iki edeb kristalleşiyor. İlki, conservation manasına, sebepler perdesinin gördüğü vazifelere hürmeten kaldırılmaması ve sahiplenilmesi. İkincisi ise, protection manasına, sebepler perdesini kalınlaşmaktan ve Allah'ın görünmesine engel olmaktan, yani putlaşmaktan, korumak.
Buraya kadar anlatılanlar, felsefe ve mantık açısından güzel ama bunların hayatımıza somut yansımaları nasıl olabilir? Günlük yaşantımızda, bu edepler bize nasıl rehberlik edebilir? Eğer iman, insanın aklındaki bir formülden ibaret değilse ve gerçek iman, ete kemiğe bürünmeyi de gerektirirse, bu soruların cevabı olması lazım.
Şimdi şöyle bir örnek üzerinden yolumuzu açmaya çalışalım. Geçimimiz için para kazanmak istiyoruz. Para kazanmak için de birilerinin yanında (devlet/özel) işe giriyoruz; yani bir sebebe ittiba ediyoruz. Herşey yolunda gidiyor ve bizim aylık ödemelerimiz zamanında geliyor. Bu düzenlilik o kadar kanımıza giriyor ki, ondan vazgeçemez hale geliyoruz. Vazgeçilmez ekmek kapımız olarak o işyerini görüyoruz. Hatta bundan dolayı orada icabında etik olmayan, insan haklarına aykırı veya onurumuzu kırıcı şeylere ses çıkarmıyoruz. Bütün bunları ele aldığınızda, her ne kadar biz böyle dile getirmesek de, sebepler perdesini putlaştırdığımız ve onları rızkımızın asıl göndericisi konumuna çıkarttığımız manasına gelir. Halbuki, o perde üzerinden bizim rızkımızı gönderen Allah'tır. Dolayısıyla da hayatta hangi konumda, hangi gelir seviyesinde olursak olalım, Hakk'ın tarafında olmak vazifemizdir, Hakk adına icabında ceketimizi alıp ayrılma cesaretini gösterme sorumluluğumuz vardır. Bunları yapmadığımız zaman hem biz birilerini veya bir şeyleri putlaştırma hastalığına düçar oluruz hem de bizim bu muamelemize muhatap olan kişileri kibir uçurumlarına sürüklemiş oluruz.
Bu örnekte, protection manasına sebepler perdesinin korunmasının bir uygulamasını gördük. Şimdi, conservation manasına bir örneğe bakalım.
Yine geçimimiz üzerinden gidelim, ama bu sefer diğer uca. Rızkın Allah'tan olduğunu biliyoruz ve hiç bir aracıyı, perdeyi kabul etmiyoruz. Dolayısıyla da kimseyle işbirliği yapmıyoruz. Kendi bildiğimiz tek bir işi yaparak kıt kanaat geçimimizi sürdürmeye çalışıyoruz. Az kazancımızın direk Allah'tan olduğunu biliyor ve rızkımız üzerinden Allah'ın âyan beyan görünmesini arzuluyoruz. İlk bakışta sâfiyâne gözüken bu hal, aslında sebepler perdesinin korunması noktasında bir edepsizlik içermektedir. Edepsizlik mi? Evet, edepsizlik.
Sebepler perdesini ortaya koyan ve onlara riayet edilmesini bize bildiren bizzat alemlerin yaratıcısı Allah CC. Yani, oyunun kuralları konmuş zaten. Bize düşen, oyunu kurallarına göre oynamaktır.
"Ve bu dünya hayatı, oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir." (Ankebut 64)Yukarıdaki ayetle ilgili olarak hemen belirteyim, oyun ve eğlence kelimeleri ayrı olarak bizzat geçmektedir; yorum vs. değil yani. İkinci olarak, sebepler perdesi üzerinden Rabbimiz'den bir şey istemenin edebini, tabiattan öğrenelim. Nasıl mı?
Fatiha'daki "ihdineSSıraTal müstegıym - bizi dosdoğru yola ilet" ayetinde geçen biz zamirinin açıklaması yapılırken, bütün varlığı içerdiği söylenir. Yani sadece insanlar değil, bütün varlıklar, Allah'tan dosdoğru bir yol, istikametli (karara ermiş) bir yol istemektedir. Dolayısıyla, bu duanın kabul olmuş şeklinin doğada olduğunu öngörmek yanlış olmasa gerektir. Bu bağlamda bir çiçeğe bakarsanız, tohumlarını rüzgara, sulara salar ve mümkün olan her yere ulaşmaya çalışır. Polenlerinin taşınması için onları, böceklerle uyumlu mekanizmalarla donatır. Böylece türünü devam ettirmek için tek yönlü değil, çok yönlü yatırım yapar. Yani sebepler oyununu gayet iyi oynar. "Beni ve herşeyi yaratan Allah, şu bir tane tohumuma mutlaka başarı versin" gibi çaresizlik görünümlü bir dayatmaya girmez. Yani sebepler perdesini, olması gerektiği kalınlıkta çeker. Ne fazla ne az.
O zaman geçimimiz örneğinde bize düşen de, "bildiğimiz tek işi yapıp kıt kanaat geçinmek ve Allah'ı, rızık vermesi üzerinden görünür kılmaya çalışmak" yerine, O'nun celal ve cemaline yaraşır zenginlikte ve güzellikte perdeler dokumalı ve O'ndan rızkımızı öyle istemeliyiz.
Genellersek, sebepler perdesinin varlığının korunması, Allah'ın celal ve cemaline yaraşır perdeler dokumak ve Allah'ın farklı isimlerinin tecellilerini hem kendi üzerimizde hem de çevremizde gözlemleme ve bir tecelli ile yetinmeme şeklinde ifade edilebilir. Sebepler perdesinin kalınlaşmaktan korunması ise, Hakk yolunda risk almak, hiç bir şeyi sıfatlarında O'na eş tutmamak (klasik ifadesiyle şirkten uzak durmak) olarak özetlenebilir. Böylece, hayatın bütün alanlarında bu iki edep, bizlere yol gösterebilir, içinde bulunduğumuz farklı hallerde, Rabbimiz'e karşı takvalı olmamıza yardımcı olabilir.
No comments:
Post a Comment