Sunday, May 28, 2017

80 Terabayt


Bir, bilgi ve iletişim teknolojileri öğretmeninin sınıfında öğrencileri varmış. Her bir öğrenciye sene başında 80 terabaytlık sabit hafıza ve 24 gigabayt RAM içeren bilgisayarlar emanet etmiş. Her bir öğrenci bilgisayarını aldıktan sonra da onlara açıklama yapmış:
"Çocuklar, bu hafızalar şu an boş. Sene sonuna kadar yapacağınız aktivitelerde oluşturacağınız dosyalar, araştırmalardan edineceğiniz arşiv belgeleri ve başka işinize yarayacak her tür programı depolamak için kullanabilirsiniz. Sene sonunda, her birinizin bilgisayarını teker teker inceleyeceğim ve içeriğin kalitesine göre notlandıracağım."

 Bu açıklamalardan sonra da öğrencilere bir görev listesi dağıtılmış. Bu görevler, hafta hafta, ay ay düzenlenmişmiş.

Sınıftaki öğrencilerden bir kısmı, eline bilgisayar geçer geçmez hemen oyun istelerini açıp öğretmenin ne dediğine hiç kulak vermemiş. Ellerine gelen görev listesini de kağıttan uçak yapıp birbirlerine atmak için kullanmışlar. Oyunlardan sıkılınca film sitelerine girmişler, eve gidince seyretmek için, okulun hızlı internet imkanını da kullanarak bol bol film indirmişler.

Diğer kısım öğrenciler ise, bilgisayar denen aletin önemini düşünerek dikkatli davranmışlar. Öğretmenlerinin açıklamalarını dinlemişler. Sonra da her hafta gereken görevleri yerine getirmişler. Görevleri bitirdikten sonra da arta kalan zamanda onlar da eğlencelerini ihmal etmemişler. Böylece yeni kabiliyetler edinerek, meslek icra edebilme seviyesine gelmişler.


Sene sonuna bir ay kala, bu ikinci gruptakiler ilk gruptakilere demişler ki:
"Arkadaşlar, bakın sene sonu geliyor. Şu kalan az zamanınızda hiç olmazsa faydalı şeyler yapın. Bizdeki görev listelerini sizinle paylaşalım, size yardımcı da olalım, gelin hep beraber başarıyla dersi geçelim."
Bu uyarı ve davet üzerine diğer gruptakilerden bazıları aklını başına almış ve disiplinli ve çalışkan gruba katılmış. Geriye kalanlar ise demişler ki:
"Bizim çalışmamıza öğretmenin ne ihtiyacı var ki? Hazır vakit varken eğlenmenize bakın. Yazın bir sürü boş vaktiniz olur zaten. Öğreneceklerinizi o zaman da öğrenebilirsiniz."
Derken sene sonu gelmiş. Öğretmen, bilgisayarları toplamış ve görevlerini tam yapan ilk grubu iftiharla ödüllendirmiş. Aklını başına alıp eksik de olsa bir şeyler yapan ikinci grubu da takdir etmiş. Bu başarılı öğrenciler evlerine döndüklerinde, aileleri tarafından da sevinçle kucaklanmış. Eline verilen imkanları film izleyip oyun oynamakla geçiren üçüncü grubu ise, öğretmenleri hem azarlamış hem de sınıfta bırakmış. Başarısız olan öğrenciler evlerine döndüklerinde, ailelerinden de bir sürü azar işitmişler. Onları daha önce eğlendirip güldüren filmler ve oyunlar hiç bir fayda etmemiş. Üstelik, yazın, diğer başarılı arkadaşları iyi işler bulup para kazanırken onlar güvenilir olmadıkları için işsiz kalmışlar, kimse de yüzlerine gülmemiş.


İşte dünya hayatı, böyle 24 saatlik birimlerden oluşan 80 yıllık bir tecrübedir. İnsana, kendi faydasına olması için alemlerin Rabbi tarafından verilmiş görevler, yani ibadetler vardır. Bunları dinleyen ve uygulayanlar, hikayedeki başarılı öğrenciler gibi cennetle ödüllendirilecektir. Kendilerine verilen benzersiz imkanları israf edenler ise, zevk düşkünlükleri ve tembelliklerinden dolayı acı bir mahrumiyet içinde kalacaklardır.

(Dördüncü Söz'den mülhem)







Monday, May 8, 2017

Allah'ın (CC) Zatı Hakkındaki Sorular Üzerine - 2


Soru: Allah insanları yaratmadan önce kimin cennete kimin cehenneme gideceğini biliyordu. O zaman, cehenneme giden insanları bile bile yaratması sadistçe değil mi?

İmana yönelik sorulardan bazıları mantık kökenli olmasına karşın bazısı da hissi kökenli olabiliyor. Bu soruda olduğu gibi, insanın kerim yaratılması (İsra 70) nedeniyle sahip olduğu hissi hassasiyetleri baz alarak, aklı gölgede bırakıcı sorular gelebiliyor. Şimdi basamak basamak düşünelim.

Öncelikle bu soruyu soran kişi Allah'a inanıyor mu inanmıyor mu? Eğer inanmıyorsa, olmayan bir varlığın sadist olup olmamasını tartışmaya gerek yok. Eğer Allah'a inanıyorsa, o zaman bu soru, yukarıda da izah edildiği gibi, merhamet hislerinin kabarması neticesinde ortaya çıkan bir "mantıksal kısa devre" oluyor. Bunun nasıl olduğunu birazdan aşağıda açıklayacağım. Fakat şimdilik en azından şu söylenebilir: eğer Allah'a inanan bir insan bu şekilde bir takım sorgulamalar yapıyorsa, düşünüyor demektir, tefekkür ediyor demektir, ki bu da en önemli ibadetler arasındadır.


İkinci olarak, zaman dediğimiz şey, biz insanlar için geçerli. "Allah insanları yaratmadan önce" dediğimizde, sanki Allah'ın Kendisi de zamana tâbiymiş gibi bir hava oluşuyor. Sanki, "önce bir tasarım yapıldı, şunlar cennetlik olsun şunlar cehennemlik olsun dendi, sonra yaratılış gerçekleşti". Halbuki öyle bir durum yok. Allah için geçmiş, şimdi ve gelecek hep aynı. Fakat olayları bir zaman sırası içinde algılayan bizleriz. Ondan dolayı da geçmişe ait üzüntüler, acıma ve pişmanlıklar duyarız ki olanlardan ders çıkartıp gelecekte tekrar etmeyelim. Şimdi, Allah'ın bizim içimize koyduğu bu "doğruyu arama ve bulma" pusulaları (acıma, üzüntü, pişmanlık), Kendisi'ni kapsayıcı olamaz, çünkü doğruyu arayıp bulma gibi bir durum O'nun için söz konusu değildir.

Üçüncüsü, neyin iyi neyin kötü olduğunun da göreceli olduğunu  unutmamak gerekiyor. Mesela, hasta olmayı kötü gören bizleriz. Biyolojik olarak bizim hastalığımız, sayısız bakteri ve virüs için "bayram" niteliği taşıyor. Daha sonra biz ilaç kullanıp da o canlılardan temizlendiğimizde, biz mutlu oluyoruz, onlar üzülüyor. Şimdi, o bakteri ve virüsleri öldüreceğini bile bile ilaç kullandığımızda sadist mi oluyoruz? Bir başka örnek, et yemek için hayvanları kesiyoruz. Tabiattaki başka canlılarda diğerlerini yiyerek besleniyor. Böyle dengeli bir döngü var. En nihayetinde insan da öldüğü zaman, bakterilere, vs. yem oluyor. Fakat bu durum, hiç bir canlıyı sadist yapmıyor. Bu örneklerle anlatmak istediğim mesele şu ki, kullandığımız her kavramın kendine göre bir "doğru kullanım" yolu var ve onun dışına çıkınca saçmalanmış oluyor.


Dördüncü olarak, insan, Allah'ın sıfatlarına ayna olarak yaratıldığı için, kendimizde gözlemlediğimiz özellikleri kullanarak Yaratıcımızı tanırız. Kendimizdeki adaleti görüp, O'nun da adaletli olduğunu anlarız. Kendimizde merhamet görür, Onun rahmetini anlarız. Kendimizdeki sanata bakar, O'nun sanatkarlığını anlarız, vb. Fakat aynı mantık şu şekilde olursa saçmalamış oluruz: "ben hırsız olduğuma göre Allah da ..." veya "insanlar sadist olabildiğine göre Allah da...". Bunlar, insanlar için oluşturulmuş imtihan sınırlarının dışına çıkılmasını resmeden ve içinde adaletsizlikler, merhametsizlikler barındıran durumlar olup bizi bağlar. Allah'ı değil. ( bkz. Allah'ın bütün isimlerine iman.)

Beşincisi, sadist denilince, kurbanı üzerinde belirli seviyede kontrol ve güç sahibi olan ve haksız uygulamalar yapan bir kişi canlanır kafamızda. Arabasını sürerken cep telefonu kullandığı için bir çocuğa çarpıp onun ölümüne neden olan kişinin cezalandırılmasını isteyen bir anne, sadist midir? Aynı şekilde, insanlar, cehenneme gideceklerse, bu durduk yere değil. Onların bu dünyada yaptıklarının adil karşılığı öyle olduğu için öyle. Yoksa adalet olmaz.


Altıncısı, kaderde ilmî olarak yazılanlar, biz öyle yapacağımız için yazılı. Öyle yazıldığı için biz öyle yapmıyoruz. Dolayısıyla da o zulümleri işleyen insanlar, hür iradeleriyle işliyorlar ve cezayı hakediyorlar.

Yedincisi, şekilci din anlayışında cennet ve cehennem de formüle edilmiş olup pek çok insanın cehenneme gideceği gibi bir algı oluşmuş. Allah'ın merhameti ve affı, bizimkinden sonsuz kat daha fazla. Kimsenin iç dünyasını veya gelecek hayatında ne yapacağını biz bilemeyiz. Ama Allah bilir. Kalbinin derinliklerinde kalmış ama farklı nedenlerle dışarıya yansımamış iman özünü biz göremeyiz. Ama Allah görür. Yanlışlığı kesin olan bir şey varsa, o da Allah'ın rahmetinden ümit kesmektir:
"Çünkü kâfirler topluluğundan başkası Allah’ın rahmetinden ümidini kesmez." (Yusuf 87)
Üstelik, insanoğlunun sonsuzluk arzusuna mutlaka cevap veren Halık, onun Rabb'iyle görüşme isteğini de cevapsız bırakmayacaktır.  Kuran ayetlerinden (Müminun 105-115) anlaşılacağı üzere, her ne kadar cennet ehlininki gibi olmasa da, cehennem ehli de Allah ile sohbet edecektir.
Yani cehennemde de Allah'ın rahmetinin eserleri görülecektir.







Monday, May 1, 2017

Hz Muhammed'in Farkedilmeyen Bir Mucizesi


Mucize dendiğinde, bir insanın kendi başına yapması imkansız olan bir şeyin, o anda herkesin gözü önünde gerçekleşmesi anlaşılır. Dînî terminolojide, mucizenin Allah tarafından peygambere verilen ve onun vazifeli oluşunu onaylama manası taşıyan bir olgu olduğu belirtilir. Ne var ki, geçen iki cümlede söylenenler, aslında birbiriyle göbek bağıyla bağlı değildir. Yani, bir insan peygamber olmadığı halde olağanüstü şeyler yapabilir, ki bunlar ya sihir ya illüzyon ya da teknolojiyle mümkündür. Benim asıl odaklanmak istediğim, ikinci seçenek: Mucize olduğu halde hemen o anda veya kısa sürede gerçekleşmeyen ama insanlığın geneline bakıldığında da benzerine çok rastlanmayan şeyler.


Bu meyanda, İngilizce'de peygamberlik manasına kullanılan iki kelimeden biri olan prophet, "geleceğe dair doğru haber veren" manası taşır. Dolayısıyla, geleceğe dair böyle bir bildirim, yapıldığı tarihteki insanlara değil, gerçekleştiği tarihteki insanlara bir ayet, bir işaret özelliği taşır. Hz Muhammed SAV'in İran'ın fethi, İstanbul'un fethi, Kıbrıs'ın fethi, geniş çaplı güvenlik ve zenginlik ortamının geleceğine dair bildirimleri bu kategoride görülebilir. Ne var ki benim bahsetmek istediğim konu, zaten herkese malum olan bu haberler (prophecy) değil!

İnsanlık tarihine bakıldığında, insanların pek çok defa putperestliğe, paganlığa döndüğü görülür. Bu dönüşün altında yatan psikolojik nedenler ve bunların nasıl hayra yöneltilebileceğiyle ilgili daha önce konuşmuştuk. Şimdi bahsetmek istediğim mucizevi nokta, böyle bir putlaştırma hadisesinin, Hz Muhammed özelinde gerçekleşmemiş olmasıdır.

Bildiğimiz geçmiş itibariyle Hz İsa AS insanlar tarafından (fonksiyonel olarak) putlaştırılmıştır. Hz Ali RA, bizzat hadislerde haber verildiği üzere bir takım insanlar tarafından putlaştırılmıştır. Zamanımıza yaklaştıkça sürekli olarak bir takım dinî, siyasî, askerî liderler, takipçileri tarafından putlaştırılmıştır. Bu ifadeyi ağır bulabilirsiniz. O yüzden putlaştırma derken ne kastediyoruz, biraz açalım.


O kişinin sözleri ve düşünceleri, Allah tarafından bir bildirim olmadığı halde, doğrunun ve yanlışın ölçüsü haline geliyorsa, o kişiyi takip edenler cennetin varisleri veya sırat-ı müstakimin yolcuları kabul edilip diğerleri cehennemlik veya sapıklıkla itham ediliyorsa, bu iddia, düşünce ve değeryargıları sadece düşünce ve söylem seviyesinde kalmayıp somut fitnelere (insan öldürme, hırsızlık, işkence, psikolojik baskı, vs.) dönüşüyorsa, o zaman bahsedilen liderin putlaştırıldığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Ki bu durum, o liderin kendi rağmına bile gerçekleşiyor olabilir. Yani o kişi böyle bir şeyi açıkça reddetmesine ve lanetlemesine rağmen onun takipçisi olduğunu iddia eden insanlar, böyle bir fonksiyonel putperestliğe gömülüyorlardır. Öte yandan eğer o lider bu yapılanları bizzat kendi de onaylıyor ve tavsiye ediyorsa, o zaman o da kendi kendini putlaştırmıştır denebilir.

Günümüze baktığımızda, İslam adına radikal işlere girişen ve böylece fitne kaynağı olan gruplar vardır. Bu kişiler, dikkat edilirse, sorgusuz bir şekilde bir liderin öncülüğünde (filtresinde) Kuran ve sünneti kullanırlar. Böyle olunca da, bizzat ayette işaret edilen, "heveslerini kitabına uydurma işini" gerçekleştirmiş olurlar.
"Kendi nefsinin arzusunu kendisine ilâh edineni gördün mü? Ona sen mi vekil olacaksın?" (Furkan 43)
"Şimdi sen, kendi hevasını ilah edinen ve Allah'ın bir ilim üzere kendisini saptırdığı, kulağı ve kalbini mühürlediği ve gözü üstüne bir perde çektiği kimseyi gördün mü? Artık Allah'tan sonra ona kim hidayet verecektir? Yine de öğüt alıp-düşünmüyor musunuz?" (Casiye 43)
"Kalplerinde bir eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onun olmadık yorumlarını yapmak için müteşabih âyetlerinin ardına düşerler. Oysa onun gerçek manasını ancak Allah bilir. İlimde derinleşmiş olanlar, “Ona inandık, hepsi Rabbimiz katındandır” derler. (Bu inceliği) ancak akıl sahipleri düşünüp anlar.(Onlar şöyle yakarırlar): “Rabbimiz! Bizi hidayete erdirdikten sonra kalplerimizi eğriltme. Bize katından bir rahmet bahşet. Şüphesiz sen çok bahşedensin.” " (Ali İmran 7-8) 
Yukarıda alıntıladığım Ali İmran suresindeki ayetlerde altı çizilen bir nokta, akıl sahipleri (ul-ul elbab) olarak nitelenen kişilerin, kendi yorumlarını standart olarak dayatmayıp farklı yorumlara açık kalmalarıdır. Yani Kuran'ı ve sünneti bütünlüğüyle rehber alan insanlar, aralarında görüş ayrılıklarına düşseler bile belirli bir görüşü, kişiyi putlaştırmaktan veya radikalleşmekten uzaktırlar. Hz Muhammed AS'ın farkedilmeyen mucizesi de bu noktada belirginleşiyor zaten. 

O, her yönüyle büyük bir lider, büyük bir rehber olmasına rağmen putlaştırılamamıştır. Çünkü ona iman etmek, ona bağlanmak, Kuran ve sünneti bütünlüğü içerisinde ele almayı gerektirir. Hatta, gerektirmenin ötesinde mecbur kılar; ki biraz bu konuda okuma, inceleme yapanlar bunu tasdik edecektir. İşte böyle bir bütünlüğü baz alan insanlar, peygamberin insanlardan bir insan olduğunu, ama seçilmiş ve desteklenmiş bir insan olduğunu görürler. Böylece, asıl mabud olan Allah'a aracısız yönelirler. 


Belirli bir liderin filtreliğine kayıtsız şartsız bağlananlar ise, Kuran ve sünneti bütünlüğünden çıkartırlar ve farkında olmadan putlaştırma yoluna girmiş olurlar.  Her yerde Allah'ı anlatacaklarına, her fırsatta peygamberin güzel ahlakına ayna olacaklarına, sürekli kendi liderlerini veya kendi eserlerini, başarılarını nazarlara verirler. Allah'ın onayı yerine insanların onayını kıble edinirler; her işlerini, insanların onay ve takdiri eksenli yaparlar.

Bu noktadaki orta yol ise, yine Hz Muhammed ve onun arkadaşları arasındaki etkileşimlerden bulunabilir. Mesela, vahiyle açıkça bildirilmemiş hususlarda sürekli bir istişare zemini aranmıştır. Ne peygamber "ben peygamberim, benim dediğim olur" şeklinde bir kibire girmiştir ne de sahabeler "onun her dediği vahiy seviyesinde teslimiyet gerektirir" şeklinde bir putlaştırmaya gitmişlerdir. Bu dengenin kurulması için de, Efendimiz'in hayatı sırasında pek çok defa onun insanlığını öne çıkaran hadiseler olmuştur; vahiyle müeyyed olmadığı durumlardaki tavır ve sözlerinin analize açık olduğunun altı çizilmiştir. Böylece de, sünneti bütünüyle kabul eden insanlar hem peygamberi putlaştırmaktan hem de bir şekilde radikalleşmekten uzak kalmışlardır. Ki zaten o bütünlüğü kaçıranlar da, o bütünlüğe engel olan kişiyi putlaştırmışlardır. Böylece Hz Muhammed'in kimliği, bu bağlamda tertemiz kalmıştır.

Allah'ım, dünya ve ahiret hayatında saadetin rehberi olan, aramızdan seçtiğin kulun Muhammed'i, bizim iyiliklerimizle sevindir, istikametimizle onurlandır, sefaletimizle üzme, hatalarımızla utandırma. Amin.