Thursday, July 28, 2016

Putperestlik Fonksiyonunun Köklerinde Allah'ı Bulmak


Bir dostumun fonksiyonlarla ilgili hassasiyeti vardı ve insanların fonksiyon kavramını anlamasını sağlarsak pek çok problemin çözüleceğini söylerdi. Bunu matematiksel olarak örneklendirmek gerekirse bir makine düşünün. İçine 2 atınca 4 çıkıyor, 7 atınca 14 çıkıyor, 13 atınca 26 çıkıyor. Biraz dikkatli ve temel matematik eğitimi almış bir kişi, bu makinenin "ikiyle çarpma fonksiyonu" olduğunu anlayacaktır. Yani   "çıktı = 2 tane girdi" veya "y=2x" .

Bu kalıbı göremeyen kişi içinse yukarıda verdiğim 3 sayısal örnek, birbirinden tamamen alakasız, aynı çatı altında toplanamaz ve dolayısıyla da anlaşılmaz 3 farklı olaydır.

Başlıkta geçen fonksiyon kısmını anlattık. Şimdi kaldı işin zor kısmı. Ama buraya kadar anladıysanız, o kadar da zor değil. Yapacağımız şey kısaca şu:

Perestiş(put) = Allah'a iman

denkliğinin hangi hayat tecrübelerinde ve nasıl sağlandığını inceleyeceğiz.

Putperestliğin detayları toplumdan topluma değişebilmekle birlikte ben burada Araplar arasında 6. yy'da hakim olan şekli üzerinden konuşmak istiyorum. Hz Muhammed SAV'in devrinde yaşamış putperestler, Allah'a da inanırlardı, ama buna ek olarak putların kendilerini Allah'a yaklaştırdığını veya duaların kabulünü sağladıklarını düşünürlerdi. Ve bunlar haricinde o putun yapıldığı maddeye değil onun içindeki ruha taptıklarını söylerlerdi. Bu şekilde baktığınızda, temel ögeleri itibariyle sorun olmaması gerekir, öyle değil mi? Neticede şefaat kavramı İslam'da da var. Kabe'ye doğru secde ederken aslında Kabe'nin kendisine secde etmiyoruz. O zaman sorun nerede?

Sorun, Allah, onun hakkında bir ayet indirmediği halde, direk-indirek bildirim yapmadığı halde bir takım şeyleri kulluk noktasında Allah'a ortak koşmakta. Daha kitâbî olmak gerekirse, şirk yani. Şimdi buradan, şirk ve putperestlik kelimelerinden mülhem putlaştırma fonksiyonunu alalım ve ikinci örneğe bakalım.

İkinci örneğimiz, tarihsel olarak daha geriden. Yıl, mîlâdî 1 (yazıyla bir). Babasız bir çocuk doğuyor, mucizevi olarak. Daha kundaktayken konuşuyor. Büyüyüp de Allah'ın mesajını insanlara anlatmaya başladığında, içinde bulunduğu toplum tarafından sıcak karşılanmıyor ve öldürülmeye çalışılıyor. Ama Allah CC onu göğe yükseltiyor. Öldü zannedilen bu kişi, 2 gün sonra, kendine inananlara tekrar görünüyor. Takip eden yıllarda, bu insan üzerinden gelen ilahi mesaj, tabiatperest Roma halkının içine yayılıyor. Fakat bu sırada, o zamanki Yunan inançları, ilahi mesajın orijinaline karışıyor ve paygamber konumundaki bu kişi, Allah'ın, haşa, kendisi konumuna çıkarılıyor. Fonksiyonel olarak önceyle sonra arasında hiç bir şey değişmiyor: onun şefaat hakkı sabit, ilahî mesajın anlatımı sabit, ölümden geri dönmüş olmak sabit, Allah'ın kendi ruhundan ona üflemiş olması sabit. Fakat insanlar bunların ötesine geçip, peygamberi Allah'a şirk koşma konumuna geliyorlar. Bizim ifadeyle, ölçüsüz sevgi ve takdir yüzünden, "peygamberi putlaştırıyorlar".

Bu arada hemen belirteyim, yukarıda yazılanlar tamamiyle teolojik bir analiz olup hiç kimseye cennet-cehennem bileti kesmek gibi bir saçma maksatla yazılmamıştır.

Filmi ileri sarıp tekrar İslamiyet'in geldiği yıllara bakarsak, Efendimiz SAV'in vefatının akabinde sahabenin ileri gelenlerinden bir kısmının bu ölümü kabullenemediğini görürüz: "Kim Muhammed öldü derse, kellesini alırım"... Bu hengamede, Hz Ebu Bekir ve başka bir sahabe farklı mekanlarda ortaya çıkarak durumu teskin ederler: "Her kim Muhammed AS'a inanıyorsa bilsin ki o öldü. Kim de Allah'a inanıyorsa işte O bâkîdir."

Peki bu şaşkınlık hali neye rağmen oluyor? Peygamberimizin hayatı boyunca cereyan eden ve onun da insanlardan bir insan olduğunu vurgulayan onlarca hadiseye rağmen. O zaman burada sahabenin peygamberi putlaştırdığını iddia edebilir miyiz? Hayır elbette, ancak fonksiyon olarak arka planda öyle bir şeyin çalıştığı da ortada!

Bu üç örnek üzerinde düşünürseniz ve biraz da cesaretli ve insaflı olursanız, putlaştırma fonksiyonunun tarih boyunca az ya da çok, ama hep, aktif olduğunu görürsünüz. Dahası, biraz algı bilimi ve beynin çalışma prensiplerini incelerseniz, bu putlaştırma fonksiyonun beynimizle uyumlu olduğunu da görürsünüz! Örnek mi?

19. yy'da büyük çapta şekillenmiş olan fizik ve kimya gibi temel bilimler, insanlara tabiatı tahmin etme ve yönlendirme imkanı sağladı. Bizim bugün temel bilimler dediğimiz alanların ise asıl ismi tabiat felsefesi idi. Kütle çekimi kanunu, örneğin, gök cisimlerinin hareketini açıklamada oldukça başarılı bir şekilde kullanılabiliyordu. Ama "kütle neden çekiyor" sorusunun cevabı "kütle, kütle olduğu için çeker" şeklindeydi. Aynı sorunun bugünkü cevabı daha farklı ama o yeni cevap da benzer soru karşısında aynı kısır döngüye girmektedir: "öyle olduğu için öyle". Bu niye önemli?

Çünkü beklenen özelliği o varlığın kendine, yani tabiatına, atfederek o özelliğin onda sürekliliği kabul edilmiş oluyor ve böylece o varlığı putlaştırmaya kapı aralanıyor. Halbuki tabiattaki hiç bir kanunun 1 saniye sonra bile var olacağının garantisi yoktur. Biz sadece öyle olmasını temenni ederiz, çünkü başka türlüsünü rasyonel olarak anlayamayız. Bu duruma literatürde tabiatperestlik denir. İyi ama tabiatı anlayabilmemiz için beynimizi ve psikolojimizi böylece yaratan Allah değil mi?

Öncelikle bizim, varlıkların kendilerini veya özelliklerini sürekliymiş gibi kabullenmemizin altında yatan neden, kendi sürekliliğimizi istememizdir. Bizi yaşatan şeyleri severiz ve bizi yaşamdan uzaklaştıran şeylerden korkarız. Belirsiz tabiat, ikinci gruptandır. Öte yandan tahmin ve kontrol edilebilir tabiat ise ilk gruptadır. Ve bu psikolojik altyapıyı yaratan da bizzat Allah CC'dur.

Şimdi, sevgi ve putlaştırma arasındaki ilişkiye bakmak üzere havalanıyoruz. Kemerlerinizi bağlayın.

Kuran-ı Kerim'de ana-baba hakkına riayete vurgu vardır. Allah'a karşı gelme, haramlara girme haricinde, onlara saygı vardır:

"İnsana da, anne babasına iyi davranmasını emrettik. Annesi, onu her gün biraz daha güçsüz düşerek karnında taşımıştır. Onun sütten kesilmesi de iki yıl içinde olur. (İşte onun için) insana şöyle emrettik: “Bana ve anne babana şükret. Dönüş banadır.” Eğer, hakkında hiçbir bilgi sahibi olmadığın bir şeyi bana ortak koşman için seninle uğraşırlarsa, onlara itaat etme. Fakat dünyada onlarla iyi geçin. Bana yönelenlerin yoluna uy. Sonra dönüşünüz ancak banadır. Ben de size yapmakta olduğunuz şeyleri haber vereceğim." (Lokman 14-15)

Neden? Çünkü insan, kendi varlığını başlatanlara saygılı olmaya çalışarak gerçek Hayy-ı Kayyum'a takvalı olmayı öğrenir. Ki zaten anormal bir durum olmadıkça insan, özellikle hayatının ergenliğe kadar olan kısmında, anne-babasını sever, onları referans alır. Bu sevgi, onların bizim varlığımızı başlatmaları ve devam ettiriyor olmalarındandır. Bundan dolayı da küçük çocuklarda 2-3 yaşlarında "ayrılık endişesi" denen bir aşırı hassasiyet dönemi vardır. Çünkü anne-babanın olmadığı yerde kendi varlığımız ve bu varlığın manası tehlikeye girer (en azından o yaştaki çocuğun gözünde). Peki küçük çocuğu anne-babasını putlaştırma eğiliminde yaratan kim?

Bütün bunları düşününce ilk netleşen sonuç, putlaştırma fonksiyonunun bir helali haramı olması gerektiğidir. Peki, Allah CC, bizi Kendisine yönlendirmek için bu özelliğimizi nasıl terbiye ediyor?

Beynimizdeki en temel fonksiyon, varlığını devam ettirmedir. Fakat bunu sağlamaya yönelik eğilimlerin terbiye olması gerekir ki hem ahlakî hem de îmanî problemler ortaya çıkmasın. Meseleyi negatif bir örnekle açmak gerekirse, Mekke ve Medine'deki münafıklar aslında, bazen öyle bazen böyle gözükerek, kendi sürekliliklerini sağlamaya çalışıyorlardı. Fakat nörofizyolojik olarak normal olan bu hal, ahlak ve iman olarak bir çöküntüyü resmetmektedir.

İlahî terbiyenin bu noktadaki tecellisi, insanın kaldırabileceği sınırları aşmamak kaydı ile, peyderpey bu "fonksiyonel putları" etkisiz hale getirerek kalbleri kendine çevirmek şeklindedir. Böylece, sevdiği insandan ayrı düşen kişi veya bayraklaştırdığı kişi(ler)in aczini gören birey, asıl "süreklilik kaynağına (Kayyum)" yönelmek için fırsat bulur.

Fakat bu fırsat, otomatik olarak gole dönüşmez; irade gerektirir. İradî olarak Allah'ı görmeyen insan beyni, mutlaka başka bir "fonksiyonel put" bulacaktır ve ona kayıtsız-şartsız gönül verecektir.















Friday, July 22, 2016

Legomen


Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, pireler berber iken, develer tellal iken, ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken bir lego ustası varmış. Bu lego ustasının lego kolleksiyonu hem sayıca hem de çeşitçe çok zenginmiş. Günlerden bir gün, bu lego üstadı bir lego adam yapmış. Adını da Legomen koymuş.


E oyun bu ya. Legomen çok soru soran, anlamadığı her şeye itiraz eden bir tipmiş. Soruları cevaplanmadıkça da dönüp dolaşıp aynı şeyi tekrar sorarmış, hiç de unutmazmış. Hani Küçük Prens gibi yani...


Lego ustası, bu oyuncağın içinde yaşayacağı bir şehir yapmaya başlamış. Bu yapılar o kadar büyükmüş ki Legomen'in bütün gününü alıyormuş, onları gezip dolaşmak. E gezip dolaşırken de diğer oyuncak karakterlerle üç beş laflıyorlarmış. Birbirlerine, gezdikleri diğer yerleri anlatıp Lego ustasının sanatını takdir ediyorlarmış. Bazen hep beraber yeni bir bina veya yerin yapımını seyretmek için gidip, ustayı seyrediyorlarmış. Usta işini bitirince de hurraaa oraya koşup ilk adım atan olmak için yarışıyorlarmış.


Günler bu şekilde heyecan ve koşuşturmayla geçerken bir gün Legomen ve arkadaşları daha önceden hiç görmedikleri şeylere şahit olmuşlar. Lego ustası o kadar uğraşarak yaptığı binaları, trenleri, caddeleri, ağaçları tekrar parçalarına ayırmaya ve o kocaman şehri yıkmaya başlamış.


Legomen şaşkınlığından apışıp kalmış. Teker teker, o zamana kadar gördükleri ne varsa, hepsi, ama hepsi paramparça olmuş. Legomen'in evi, o bile... Bir zamanlar huzur mekanı olan evinin yerinde artık yeller esiyormuş...


Legomen artık dayanamamış. "Neden yıktın bunları, neden?" diye haykırmış lego ustasına. "O kadar güzellikleri, madem yıkacaktın, niye yaptın ki? Bıraksaydın da dursaydı öyle, sana ne zararı vardı ki? Böyle yapayalnız koyacağına, bari beni de parçalarıma ayır da bu hüsrana dayanmak zorunda kalmayayım.."

Lego ustası, Legomen'in bu söyledikleri karşısında tepki göstermemiş. Acaba duymamış mı, yoksa duymazlıktan mı gelmiş? Neyse ne, Legomen, ustanın bu ilgisizliğiyle çılgına dönmüş. "Bari bir cevap ver! Niye? Niye?"

Legomen'in bu çıkışları da cevapsız kalınca, çaresiz, oturup seyretmeye başlamış. Daha önceden basamaklarını teker teker çıktığı binaların en küçük parçalarına kadar ayrılışını, binip gezintiye çıktığı gemilerin, trenlerin uçakların yok edilişini... Ve ancak o zaman farkedebilmiş, aslında bu parçalarla, Lego ustasının yeni bir şehir kurmakta olduğunu...








Thursday, July 7, 2016

Kafir Kimdir?


Hristiyanlıkta "salvation by faith" yani "imanla kurtulma" diye bir kavram vardır, ki bir zamanlar yaygın olmakla birlikte sonradan çok tartışmalara yol açmıştır. Bu inanışa göre bir insanın iman ettim demesi ve Hz İsa'yı kurtarıcısı olarak görmesi, onun cennete gitmesi için yeterli bir nedendir. Adam ne kadar günaha, kul hakkına girmiş olursa olsun, imanı onun kurtulması için yeterli bir nedendir. Hz Yahya'dan kalan bir uygulama olarak da, insanlar imanlarının miladı olarak vaftiz olurlardı ve imanla kurtulma inancına sahip olanlar, bir insanın vaftiz işlemini ölüm döşeğine bırakırlardı ki adam ölürken tertemiz gitsin.İşin enteresan tarafı, bu uygulamanın, şekilciliğe gömülmüş olan yahudileri işin aslına, yani ruhuna, manasına çağıran Hz İsa'nın takipçileri arasından çıkması.

Takdir edersiniz ki insanoğlu her ne kadar kısa vadede saçmalasa da uzun vadede düşünmeden edemez. Bu bağlamda da öyle oluyor ve birileri kalkıp, "olm, saçmalamayın lan" tarzı itirazlar yükseltiyor. Bugün, artık bu uygulama yok; varsa bile yaygın değildir. Ama şekilciliğin farklı tarzlarının olmadığı iddia edilemez...

Şimdi daha enteresan bir noktaya hazır olun. Aşağıdaki hadisi defalarca duymuşsunuzdur, duymadıysanız şimdi duyun:


Ebu Saîd el-Hudrî’nin aktarımına göre, Allah’ın Resûlü şöyle buyurdu:

“Sizler karış karış, arşın arşın sizden öncekilerin yolunu izleyeceksiniz. İnsanın giremeyeceği küçük bir keler deliğine girecek olsalar siz de onları takib edeceksiniz.”

(Hz. Peygamberin gelecekle ilgili bu ürpertici açıklaması üzerine biz sahâbîler) sorduk: Ya resûlellah! (İzlerini takib edeceğimiz bu topluluklar) Yahûdiler ve Hıristiyanlar mı olacak?

Şöyle buyurdu: “Ya başka kimler olacaktı?” 

(Buhari, Enbiya 50; Müslim, İlm 6)


Normalde bu hadis zikredilerek, yılbaşı kutlamanın, doğum günü kutlamanın yanlışlığı üzerinde durulur. Neden? Çünkü halk arasında, müslümanlık kadar gayr-i müslimlik de şekiller üzerinden ifade edilmiş, hatta şekle hapsedilmiştir. Öyle olunca da doğum günü kutlayınca laf yersiniz ama namazınızı (mesela teravih) hızlı kılınca sorun olmaz. Tabi ki bu sadece bir örnek. Asıl mesele şu ki Peygamberimiz SAV'in işaret ettiği tehlikeler arasında şekilciliğe gömülme de olabilir. Daha genel ifadesiyle, bütün hayır eksenli akımların en can alıcı düşmanlarından biri olan, cazibesine karşı durmak oldukça zor olan şekilcilik...

Şimdi asıl konuya gelelim. Kafir kimdir? Cevap gayet basit değil mi? Şehadet getiren müslüman olduğuna göre getirmeyen, kafirdir. Acaba öyle midir?

Önce şehadetin manasından başlayalım. "Şahitlik ederim ki...", yani "gördüm ve size de iletiyorum ki Allah'tan başka ilah yoktur ve Muhammed, O'nun kulu ve elçisidir". Allah'ı gören var mı? O zaman neyin şahitliğinden bahsediyoruz? Demek ki şehadet, Allah'ı görür gibi kulluk etmeyi hedef gösteren bir başlangıç mesajı. Kime bu mesaj? Şehadeti getiren her kimse, öncelikle ona. O zaman karşımıza şu sonuç çıkıyor, şehadet getiren kimse şeklî olarak müslüman ama aslında o bir yolcu! Durum böyle olunca da şehadet getirmeyen için kafir demek o kadar kolay değil, çünkü herkes yolcu. Çıkmamış candan umut kesilemeyeceği gibi ölmemiş bir insanın yolculuğu henüz bitmiş olamaz. Kimisi Allah'a daha erken vasıl olabilir, kimisi daha geç. Ama önemli olan, O'na ulaşmaktır.

E pekiyi, o zaman müslüman/kafir denkleminde neye göre karar vereceğiz?

Cimrilik ve Kıskançlık:


Kitap Ehlinden olan kafirler ve müşrikler, Rabbinizden üzerinize bir hayrın indirilmesini arzu etmezler. Allah ise, dilediğine rahmetini tahsis eder. Allah büyük fazl sahibidir. (Bakara Suresi, 105)

Ey iman edenler, hiçbir alış-verişin, hiçbir dostluğun ve hiçbir şefaatin olmadığı gün gelmezden evvel, size rızık olarak verdiklerimizden infak edin. kafirler... Onlar zulmedenlerdir. (Bakara Suresi, 254)

Ey iman edenler, Allah'a ve ahiret gününe inanmayıp, insanlara karşı gösteriş olsun diye malını infak eden gibi minnet ve eziyet ederek sadakalarınızı geçersiz kılmayın. Böylesinin durumu, üzerinde toprak bulunan bir kayanın durumuna benzer; üzerine sağnak bir yağmur düştü mü, onu çırılçıplak bırakıverir. Onlar kazandıklarından hiçbir şeye güç yetiremez(elde edemez)ler. Allah, kafirler topluluğuna hidayet vermez. (Bakara Suresi, 264)

Onlar, cimrilikte bulunurlar, insanlara da cimriliği emreder (önerir)ler. Allah'ın fazlından kendilerine verdiğini gizli tutarlar. Biz o kafirlere aşağılatıcı bir azap hazırlamışızdır. (Nisa Suresi, 37)

Kararlılık:


Şüphesiz, inkar edip kafir olarak ölenler, Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların laneti bunların üzerinedir. (Bakara Suresi, 161)

Tevbe; ne, kötülükleri yapıp-edip de onlardan birine ölüm çatınca: "Ben şimdi gerçekten tevbe ettim" diyenler, ne de kafir olarak ölenler için değil. Böyleleri için acı bir azap hazırlamışızdır. (Nisa Suresi, 18)

Kibir


O, size Kitap’ta: "Allah'ın ayetlerinin inkar edildiğini ve onlarla alay edildiğini işittiğinizde, onlar bir başka söze dalıp geçinceye kadar, onlarla oturmayın, yoksa siz de onlar gibi olursunuz" diye indirdi. Doğrusu Allah, münafıkların ve kafirlerin tümünü cehennemde toplayacak olandır. (Nisa Suresi, 140)

Zulüm ve Aktif Düşmanlık


Her kim Allah'a, meleklerine, elçilerine, Cibril'e ve Mikail'e düşman ise, artık şüphesiz Allah da kafirlerin düşmanıdır." (Bakara Suresi, 98)

Sana haram olan ayı, onda savaşmayı sorarlar. De ki: "Onda savaşmak büyük (bir günahtır). Ancak Allah Katında, Allah'ın yolundan alıkoymak, onu inkar etmek, Mescid-i Haram'a engel olmak ve halkını oradan çıkarmak daha büyük (bir günahtır). Fitne, katilden beterdir. Eğer güç yetirirlerse, sizi dininizden geri çevirinceye kadar sizinle savaşmayı sürdürürler; sizden kim dininden geri döner ve kafir olarak ölürse, artık onların bütün işledikleri (amelleri) dünyada da, ahirette de boşa çıkmıştır ve onlar ateşin halkıdır, onda süresiz kalacaklardır. (Bakara Suresi, 217)

Dini Kendi Keyfine Göre Dizayn Etme/Yontma


De ki: "Allah'a ve elçisine itaat edin." Eğer yüz çevirirlerse şüphesiz Allah, kafirleri sevmez. (Al-i İmran Suresi, 32)

Muhakkak ki onlar, Allah’ı ve O'nun resûllerini inkâr ederler ve Allah ile O’nun resûlleri arasında ayırım yapmak isterler. Ve “Bir kısmına inanırız, bir kısmını inkâr ederiz.” derler. Ve de, bunların (küfürle îmânın) arasında bir yol ittihaz etmek isterler. İşte bunlar, gerçekten kafir olanlardır. kafirlere aşağılatıcı bir azap hazırlamışızdır. (Nisa Suresi, 150-151)

Ve (bu) ondan (ribâdan) nehyedilmiş oldukları halde ribâ (faiz) almaları ve insanların mallarını haksızlıkla yemeleri sebebiyledir. Ve onlardan kâfir olanlar için “elîm azap” hazırladık. (Nisa Suresi, 161)

Gerçek şu ki, Biz Tevrat’ı, içinde bir hidayet ve nur olarak indirdik. Teslim olmuş peygamberler, Yahudilere onunla hükmederlerdi. Bilgin-yöneticiler (Rabbaniyun) ve yüksek bilginler de (Ahbar), Allah'ın Kitabı’nı korumakla görevli kılındıklarından ve onun üzerine şahidler olduklarından (onunla hükmederlerdi.) Öyleyse insanlardan korkmayın, Benden korkun ve ayetlerimi az bir değere karşılık satmayın. Kim Allah'ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar, kafir olanlardır. (Maide Suresi, 44)

Allah Hakkında Zan


"Oğullarım, gidin de Yusuf ile kardeşinden (duyarlı bir araştırmayla) bir haber getirin ve Allah'ın rahmetinden umut kesmeyin. Çünkü kafirler topluluğundan başkası Allah'ın rahmetinden umut kesmez." (Yusuf Suresi, 87)

Haberin olsun; halis (katıksız) olan din yalnızca Allah'ındır. O'ndan başka veliler edinenler (şöyle derler:) "Biz, bunlara bizi Allah'a daha fazla yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz." Elbette Allah, kendi aralarında hakkında ihtilaf ettikleri şeylerden hüküm verecektir. Gerçekten Allah, yalancı, kafir olan kimseyi hidayete erdirmez. (Zümer Suresi, 3)

Oysa ona dokunan bir zarardan sonra tarafımızdan bir rahmet taddırsak, mutlaka: "Bu benim (hakkım)dır. Ve ben kıyamet-saatinin kopacağını da sanmıyorum; eğer Rabbime döndürülsem bile, muhakkak O'nun Katında benim için daha güzel olanı vardır." der. Ama andolsun Biz, o kafirlere yaptıklarını haber vereceğiz ve andolsun onlara, en kaba bir azaptan taddıracağız. (Fussilet Suresi, 50)


Yukarıdaki başlıklara başkaları da eklenebilir ve aynı başlıklar altında incelenebilecek pek çok başka ayetler bulunabilir. Fakat mesele şu ki kafir olmak, Kuran'da anlatıldığı şekli ile, bir formülün söylenmesi ile değil, işlenen amellerle ölçülüyor. O zaman, başkalarına müslüman-kafir damgası vurmakla uğraşmak yerine kendi amellerimizi tartıp mahşer gününde gerçekten müslüman kategorisine girer miyiz diye dertlenmek daha uygun bir tavır olsa gerek. 

Konuyu kapatmadan önce son bir noktaya dikkatleri çekmek istiyorum. Yukarıda zikredilen ayetlerden Maide Suresi 44. ayet, kendi şekilcilik anlayışlarına göre "Allah'ın dini ve hükmü budur" deyip ahkam kesen ve böyle yapmayan herkesi kafir ilan edenler tarafından da kullanılmaktadır. Kuran'da sayısız defa düşünme, tefekkür gibi kavramlar öne çıkarılırken, okuma bilmeyen bir peygambere ilk emrin "oku" olmasının manasını düşünmeyip dini yorumlamaya soyunan ve böylece insanları Allah'ın dininden uzaklaştıranların, yeryüzünde fitne çıkaranların müslümanlıkla mı kafirlikle mi daha çok bağı vardır? Dolayısıyla bu şekilcilik anlayışı, bizzat, Allah'ın dini ve hükmü ile amel etmemenin ta kendisidir. 

Allah CC, geçen Ramazan ayı ve idrak ettiğimiz bayram hürmetine herkesin hidayetini artırsın.